24 Kasım 2010 Çarşamba

Eğer Türkiye tiyatrosu bu hızla çürümeyi sürdürürse, Lemi Bilgin'le Ayşenil Şamlıoğlu'nun beslediği Mustafa'nın onursuzluğu, insanlık onurunu yenecek!

Yeni Mimesis'in notu: Aşağıdaki yazı, henüz taslak aşamasındadır. Yazının yazımı bittiğinde, bu durumu okurlarımıza duyuracağız...


***


Hilmi Bulunmaz
24 Kasım 2010


Tam yirmi yıldır Türkiye tiyatrosunun şah damarındaki kurumak üzere olan son bir damlacık kanı bile, bir Kırım Kongo Kenesi gibi emenlerin yazı yazdığı(?!) LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin kurucusu, yöneticisi(?!) ve LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Mustafa Şükrü Demirkanlı, benim kaleme almış bulunduğım;

"Yeni Tiyatro Dergisi yazarlarından Başak Sakızlıoğlu, LİNÇÇİ Genco Erkal'ı göklere çıkarıp melekleştirmek için kaleme aldığı yazıda yanlışlar yapıyor!"

başlıklı yazımı da kalemine doladığı, cebren ve hileyle, iftirayla, yalanla dolu bir yazı yazdı:

"Melih Anık’ın Bakışı… Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel ve Erbil Göktaş…"

İyi niyetten yoksun, düzeysiz, dezestetik, dezenformatif ve bir düşünsel ur olmanın ötesine asla geçemeyen bu yazının(?!) üzerinde uzun uzun düşünüp, geniş bir sunuş yazısı yazmaya gereksinim duymayıp hemen konuya girmek istiyorum.

Demirkanlı diyor ki:

"Büktel, Bulunmaz ve Göktaş’a yönelik (Haber hariç) son yazımı yazıp, gerektikçe bu yazıyı hatırlatma dışında başka bir yazı kaleme almayı düşünmüyorum."

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Bana bak Mustafam Demirkanlım, bu kaçıncı "son yazım"? Ha, şöyle söyleyebilirsin:

"Ben, şimdiye dek, Bulunmaz-Büktel ikilisi için, defalarca 'son yazım' demiştim. Şimdi, ilk kez olarak, işin içine Erbil Göktaş'ı katmış bulunuyorum!! Dolayısıyla, ortada yeni, yepyeni bir durum var!!!"

Tabii ki, işin içine Erbil Göktaş'ı katma anlamında haklısın. Ancak, sen, şimdiye dek, Bulunmaz-Büktel ikilisi için de, defalarca "son yazım, son yazım, son yazım" demene karşın, bu "son yazım" sözünü asla tutamamış ve bu "son yazım" lâfının cılkını çıkarmıştın. Doğal olarak, yine sözünü tutamayacak, yine tükürdüğünü yalayacak, yine her zamanki "son yazım"larını sürdüreceksin...

Demirkanlı diyor ki:

"Neden Bu Yazıya Gerek Duydum?"

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Evet, gerçekten, bu yazıya neden gerek duydun? Sakın, "Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları", "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları", "Nejat Birecik'in Şehir Tiyatroları" vb., vb... reklâm (avanta, diş kirası, sadaka, sus payı) pastasını sana yedirmeme eğilimine yönelmiş olmasınlar. Lemi Bilgin'in, Ayşenil Şamlıoğlu'nun, Nejat Birecik'in vb., vb... yerinde olsam, ben de, sana reklâm (avanta, diş kirası, sadaka, sus payı) pastası yedirmeyi derhal keserdim. Çünkü, Hilmi Bulunmaz denilen sosyalist sanatçı, o kadar inandırıcı yazılar yazıyor ki, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için yumuşak koltukları sıcacık kıçlarıyla ısıtan Lemi Bilgin, Ayşenil Şamlıoğlu, Nejat Birecik vb., vb... de, ister istemez, reklâm (avanta, diş kirası, sadaka, sus payı) pastasını sana yedirmeme kararına doğru pupa yelken gidiyor olabilirler!...

Demirkanlı diyor ki:

"Büktel ve Bulunmaz’ın tamamen gerçek dışı vehim, kasıt ya da belli bir stratejiyi içeren bir süreç içinde şahsıma yönelik karalama kampanyalarının internet havuzuna atılması ve yayılması nedeniyle adı geçen ikilinin Göbbelsvari bir propaganda ile yalanı gerçekmiş gibi göstermeye çalışmalarıdır."

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Oha! Tam bir "yavuz hırsız, mal sahibini bastırır" muhabbeti! Gerçek dışı davranan sen, vehim (kuruntu) sahibi olan sen, kasıtlı ve belli bir stratejiyi adım adım sürdüren sen, Hilmi Bulunmaz'la Coşkun Büktel'in sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için LİNÇ KAMPANYASI düzenleyen sen, Bulunmaz ve Büktel'in yanlış tanınmasını sağlama düşüncesiyle Internet havuzunun suyunu yalanlarla bulandıran sen, henüz adını bile doğru dürüst yazma yeteneğini geliştirmiş olamasan da, "Goebbels"vari bir propangadayla yalanı, gerçeğin üzerine boca eden sen, nasıl oluyor da, tiyatro kamuoyu önünde, hem de benim gibi dürüst bir insanı, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Bürosu'na şikâyet ettiğin bir süreçte, böyle sallapati yazılar yazabiliyorsun? İnan olsun, beni, hâlâ şaşırtabiliyorsun, Mustafam Demirkanlım! Türkiye tiyatro dünyasında "yalan" sözcüğüyle özdeşleşmiş durumda olmana karşın, nasıl oluyor da, bu kadar söz cambazlığı yapabiliyorsun?!...

Demirkanlı diyor ki:

"Sayın Melih Anık’ın, Büktel’e göndermiş olduğu ve Büktel’in de sitesinde yayımladığı mektup da beni bu yazıyı yazmaya yönelten bir başka faktör oldu."

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Ya, Mustafam Demirkanlım, aslında, sende bir gram bile, bir santim bile, bir santimetrekare bile, bir santimetreküp bile yazı yazma yeteneği bulunmamasına karşın, nasıl oluyor da, yazı yazdığını iddia ediyorsun? İnan olsun, beni çok güldürüyorsun, Mustafam Demirkanlım! Melih Anık'ın, hem de, "Boğaziçili" olmasına karşın LİNÇÇİ olmaması, senin midende gaz yapıyor değil mi? LİNÇÇİ olmamasına karşın, bence, Anık'ın yanlış ve ürkek davrandığı için, Büktel tarafından eleştirilmesi, sana, yeni bir yalan ve LİNÇ cephesi kazandırabilir düşüncesiyle kalemi eline alıyorsun anlayabildiğim kadarıyla!

Demirkanlı diyor ki:

"Gerek sizin ve Hilmi Bulunmaz’ın gerekse Mustafa Demirkanlı’nın portalleri ayni kavganın farklı açıları ile dolu." (Melih Anık)

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Tabii ki, burada, Melih Anık yanılıyor! Seninle kavga ettiğimizi sanıyor!! Oysa sen, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için, kapitalizme hizmet eden tiyatro tarlasını bekleyen bir kargadan farksızsın!!! Senin gibi düzeysiz biriyle, kavga falan edilemez!!!...

Demirkanlı diyor ki:

"Demek ki konu hâlâ bir polemik gibi algılanıyor?"

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Dikkatli oku, doğru oku, güzel oku, iyi oku, Mustafam Demirkanlım! Melih Anık, "polemik" yada "kalem kavgası" demiyor; düpedüz ve sözcüğün yalın hâliyle "kavga" diyor!

Evet, LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek, Başak Sakızlıoğlu ve daha bir sürü tiyatro esnafına verdiğim gibi, şimdi de sana Türkçe dersi vereyim:

"Polemik:
[1] Siyaset, bilim, edebiyat alanında yapılan sert tartışma,
[2] Yazı ile yapılan tartışma, yayın yoluyla tartışma, kalem kavgası"

"Kavga:
[1] Düşmanca davranış veya sözlerle ortaya çıkan çekişme veya dövüş, münazaa
[2] Savaş
[3] Herhangi bir amaca erişmek, bir şeyi elde etmek veya bir şeye karşı koyabilmek için harcanan çaba, verilen mücadele" (Kaynak: VikiSözlük)

Demirkanlı diyor ki:

"Bu yazıyı, Sayın Anık üzerinden tüm okurlara yönelik olarak kaleme almanın daha doğru olacağını düşündüm, çünkü zaman zaman karşılaştığım gibi bazı okurlar da tıpkı Sayın Anık gibi düşünüyor. Anık’ın bakışını temel almamın nedeni ise düzenli olarak tiyatro yazıları yazması ve bu ikiliyi şu ya da bu biçimde tanıyor olması."

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Mustafam Demirkanlım, şahsen ben, Melih Anık'la bir kez bile asla karşılaşmadım. Ancak, kendisi, belli bir düzey tutturan tiyatro yazıları yazdığı ve daha da önemlisi, LİNÇÇİ olma alçaklığı içerisine girmediği için, onun tüm yazılarını okuyorum. Zaman zaman, yazılarını "överek yada yererek" okurlarıma sunuyorum. Melih Anık, birçok Internet sitesine "bulaşmasına" karşın, senin o baştan aşağı yalanlarla dolu sitene asla "bulaşmadı"; bu bile, başlı başına Melih Anık'la ilgilenmeme neden olan ciddi ve önemli bir durum.

Demirkanlı diyor ki:

"Ama Önce Yeni Tiyatro Dergisi Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş’ın İlişkisini Ele Alalım"

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Alalım be Mustafam Demirkanlım, alalım... Tüm eleştirilerimize karşın, hâlâ, Türkiye tiyatrosunun "en saygın ve en yaygın" dergisi olma özelliğini koruyan Yeni Tiyatro ve bu derginin yöneticisi Erbil Göktaş, LİNÇÇİ olma alçaklığı içerisine asla ve asla girmedi.

Demirkanlı diyor ki:

"Bu ilişkide, Bulunmaz’ın sürekli olarak Yeni Tiyatro Dergisi’ne reklam verdiğini, her sayıdan 5 adet satın aldığını vurgulamasının kendisini rahatsız edip etmediğini sormayacağım, ticari ilişkisidir, reklam vereninin, bu jesti kendisi için kullanması Göktaş’ı rahatsız etmeyebilir."

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Her ne kadar Erbil Göktaş'ın önüne bir kıtır atmış olsa da, Mustafam Demirkanlım, her zamanki hinoğlu hinliğini yapıyor. İşini doğru dürüst, hiçbir hileye başvurmadan yapan iki dürüst insan arasında büyük bir uçurum oluşturmak istiyor. Ben, bir reklâm veren olarak değil, bir sosyalist sanatçı olarak, Erbil Göktaş'ın gayet dürüst bir biçimde yönetme gayreti içerisinde olduğu Yeni Tiyatro Dergisi'ni "destekliyorum". Yeni Tiyatro Dergisi, tam tamına, yüzde yüz benimsediğim bir yayın organı olmasa da, tüm defolarına karşın, hâlâ Türkiye'de yayınlanan biricik, tek LİNÇÇİ olmayan tiyatro dergisi. Yeni Tiyatro Dergisi, özellikle "Başak Sakızlıoğlu skandalı"yla birlikte gözümden düşen bir düzleme sürüklenmiş olsa da, hâlâ Türkiye'de yayınlanan "en saygın ve en yaygın" diyebilmeyi istediğim bir dergi. Çünkü, Yeni Tiyatro Dergisi'nin yanına yaklaşabilecek, onun kadar yalandan uzak bir başka tiyatro dergisi asla göremiyorum. Yineliyorum; Yeni Tiyatro Dergisi, Türkiye'de yayınlanan biricik ve tek LİNÇÇİ olmayan dergidir. Bir demokrat, bir devrimci, bir sosyalist kişi de, ister istemez, yalana uzak, saygın olmaya çaba gösteren bir dergiyi "desteklemekle" yükümlüdür. Ben, Yeni Tiyatro Dergisi gibi bir derginin yaşamasına omuz vererek, aslında doğruya, güzele, iyiye omuz vermiş oluyorum. Sağ olsun Erbil Göktaş, bana sürekli olarak, Yeni Tiyatro Dergisi'nde yazı yazmamı söylese de, hem işlerimin yoğunluğu, hem Internet sitelerime gösterdiğim özen ve hem de "reklâm" verdiğim bir dergide sürekli olarak yazmanın pek şık durmayacağını düşünerek, uygun bir dille, Erbil'in bu önerisini, zaman zaman geri çevirmeyi başarabiliyorum. Şunu da belirtmeden geçmeyeyim; ben, "kendi dergim OYUN" dışında bir tiyatro dergisinde yazacaksam, bu mutlaka Yeni Tiyatro Dergisi olacaktır. Yeter ki, bu derginin Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş, Başak Sakızlıoğlu gibi yazarların(?!) (ç)alıntı yazılarına dikkat etsin, bu tür (ç)alıntı yazılara karşı özen göstersin!

Demirkanlı diyor ki:

"Benim Göktaş’a yani Yeni Tiyatro Dergisi Yayın Yönetmeni’ne sormak istediğim bir başka soru var. Bu soruyu sorma hakkını da şu gerekçeye dayandırıyorum: (İlgili yazarın adını kullanmayacağım, nedeni ise genç ve hassas bir arkadaşımızın böylesine gereksiz, saçma ama zorunlu bir yazıda adını daha fazla kirletmemek.) Bulunmaz tarafından hunharca saldırılan yazar arkadaşımızın aynı zamanda Tiyatro… Tiyatro… Dergisi yazarı da olması."

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Mustafam Demirkanlım, "öznesiz tümce" kurmayı, ne kadar da çok seviyorsun!

Bana bak Mustafam Demirkanlım, sen, ne zamandan beri "genç ve hassas" insanlara karşı hassas duygularla hareket ediyorsun. Benim kızımı, âdeta pazara sürülmüş bir meta olarak gösteren Burak Caney denen orospu çocuğunu destekleyen sen değil miydin ya Mustafa? Bu orospu çocuğunun sitesinde yazı yazıp, bu orospu çocuğunun üzerime gelmesine destek sunan sen değil miydin ya Mustafa? Sen, ne zamandan beri, "genç ve hassas" insanlara karşı hassas duygular beslemeye başladın ya Mustafa? "İlgili yazar", bir yazı yazarken, kendisine "Metin Yazarı" etiketi yapıştırıp "Dramaturg" damgası vururken, bir tek virgül bile emek harcamadığı ve sadece LİNÇÇİ Genco Erkal'ı göklere çıkarıp melekleştirmek için, (ç)alıntı sözlerle bir metin oluşturarak, bu sözde metni okurlara kakalarken, göğsünü gere gere, adını açık seçik yazarak, B-a-ş-a-k S-a-k-ı-z-l-ı-o-ğ-l-u imzasını atarken, susuyorsun da, bu dalavereye ses çıkarmıyor, bu üçkağıtçılğı onaylıyorsun da, Başak Sakızlıoğlu'nun edebiyatı, tiyatroyu kirleten bu pis hareketine karşın çıkan Hilmi Bulunmaz'ın prestijini örselemek için neden Erbil Göktaş'ın üzerine gitme ahlâksızlığında bulunuyorsun ki ya Mustafa? Utanmıyor musun ya Mustafa?! Doğru! Sende utanmanın "u"su bile yok!!! Yirmi yıldır Türkiye tiyatrosunun şah damarına yapışmış bir Kırım Kongo Kenesi'nde utanma duygusu diye bir şeyin kırıntısı bile kalmaz, haklısın ya Mustafa!!!...

Demirkanlı diyor ki:

"Göktaş; Yayın Yönetmeni ile yazarları bir ailedir, zaman zaman çatışmalar, eleştiriler olabilir, doğaldır ancak kendi Dergi’ndeki bir yazısını eleştiren Bulunmaz’ın tavrı sence sağlıklı bir tavır mı? Eleştirisi haklı olabilir, haksız olabilir, dozu dahi tartışılabilir ama sonrasındaki davranışları, örneğin; ilgili yazarın twitter sayfalarını yayınlayıp dalga geçmesi, google’da bizden izleniyor tavırları seni hiç rahatsız etmiyor mu? Bir yazının eleştirisiyle, bu ve benzeri saldırıların ilgisini nasıl kurup içine sindirebiliyorsun? Yazarını bu tür saldırılardan korumak senin görevin değil mi? Korumayı bir kenara bırakalım, bir yazarını nasıl olur da saldırganlığı alışkanlık haline getirmiş olan reklam vereninin kucağına atarsın?"

Demirkanlı'ı değerlendirelim:

Bana bak Mustafam Demirkanlım; sen sürmekte olan bir savcılık soruşturmasının, senin lehine gelişmesi için, oltaya yem koyuyorsun, ama ben sazan değilim. Haaa, bu arada unutmadan belirteyim. Ben, her kadar "hukuk sürecini" birincil dereceden bir kavga alanı olarak görmesem de, senin ve seninle birlikte hareket eden LİNÇÇİ yoldaşlarının davalarına karşın, birer birer, ikişer ikişer, üçer üçer, onar onar, yüzer yüzer... dava açmayı düşünüyorum.

"Korkma, sönmez bu şafaklarda..."

Henüz karar aşamasındayım. Hangi davayı, ne zaman açacağım? Net karar vermiş değilim! Sakin ol Mustafam Demirkanlım!! Sen, çilingir sofranı kur ve yavaş yavaş alkolizmin batağına yelken aç; ben, sana haber veririm, seni ne zaman mahkemeye vereceğim. Sen, hiiiç merak etme, Mustafam Demirkanlım!!!...

Demirkanlı diyor ki:

"Bulunmaz’ın eleştirisinden sonra ilgili yazara yazmış olduğun muhtıra niteliğindeki mailini yayınlanması için Bulunmaz’a göndermek sana yakışıyor mu? Yazarların sana hiç mi güvenmemeli? Yayın Yönetmeni’nin, yazarı ile arasındaki özel yazışmasını saldırganlığı malum bir şahsın sitesinde yayınlatması ne kadar etik bir davranış?"

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Bana bak Mustafam Demirkanlım, öznesiz tümce kurma kurnazlığını bir yana bırak artık. Senin bu tilki kokulu kurnazlıkların, Türkiye tiyatrosundaki herkesi kafaya alabilir, ama beni asla kafaya alamaz.

Ben (Hilmi Bulunmaz), hangi yazarın(?!) yazısını(?!) nerede okuyup, o yazarın(?!) yazısını(?!) nerede değerlendirip yayınlıdım? Ben, Başak Sakızlıoğlu'nun yazısını(?!), Yeni Tiyatro Dergisi'nin 23. sayısında okuyup, Başak Sakızlıoğlu'nun yazısını(?!) Oyun sitesinde değerlendirip yayınladım.

Erbil Göktaş kim? Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni. Başak Sakızlıoğlu'nun yazısı(?!) nerede yayınlanmıştı? Yeni Tiyatro Dergisi'nde! Erbil Göktaş, Hilmi Bulunmaz'ın saptaması doğrultusunda, Başak Sakızlıoğlu'nun yazısının(?!) (ç)alıntı olduğunu öğrendiğine göre, Başak Sakızlıoğlu'nun (ç)alıntısı üzerine kime, nereye bir açıklama göndermesi gerekiyordu? Hilmi Bulunmaz'a, Oyun'a açıklama göndermesi gerekiyordu.

Erbil Göktaş, çok doğal bir açıklama yapıyor: Hilmi Bulunmaz'ın emeğine sahip çıkarken, Başak Sakızlıoğlu'nun emek hırsızlığını benimsemiyor. Zâten, doğru dürüst bir inceleme yapmadan yayınladığı yazı nedeniyle, "suçlu" konumdayken, bir de senin gibi bir zavallıyı dinleyip, iyice dibe mi vurmalı?!!!

Demirkanlı diyor ki:

"İlgili yazar arkadaş, sana gönderdiği yanıtını da paylaşarak, üzüntülerini hayal kırıklıklarını paylaştı, daha fazla yanıt vererek Bulunmaz’ın tezgahında meze olmaması için başka bir yanıt vermemesini önerdim, çünkü sana vereceği yanıtları sen Bulunmaz’a ileteceksin o da işi gücü bırakıp nasıl daha fazla yaralarım diye kafa yoracak ve bir insanı daha canından bezdirecek. Yazarınla ilişkini kesmenin yolu bu mu? Bugüne kadar verdiği emeklerinin karşılığı bu mu olmalı? Vefa sadece İstanbul’da bir semt adımı?"

Demirkanlı'yı değerlendirelim: Adı; "İlgili", soyadı; "yazar" mı bu "arkadaş"ın? Bu "arkadaş"ın adı; Başak, soyadı; Sakızlıoğlu! Sahi, Mustafam Demirkanlım, sen, Türkiye Cumhuriyeti tiyatro dünyasının "Andrey Jdanov" u musun birader? Neden, Başak Sakızlıoğlu, iftiracılığı, küfürbazlığı, LİNÇÇİ kişiliği, yalancılığı tescil edilmiş biriyle dertlerini paylaşıyor ki? Bunun bir tek nedeni var; Başak bacımızın, hiçbir emek harcamadan, emek hırsızlığı yaparak, (ç)alıntı yazılar yazma alışkanlığıyla hareket etmiş olması! Bana bak Mustafam Demirkanlım biraderim, sen bu Başak bacımızın kendiyle başbaşa bıraksan da, bu kızımız kendi kararını verse olmaz mı? Belki bi kızımız, senin o saçma sapan markajlarından kurtulunca, daha nitelikli işler yapma gereksinimi duyacaktır! Sahi aklıma gelmişken, şunu da belirtmeliyim; Toprak Karaoğlu, benim dergimin genel yayın yönetmeni olduğu dönemde, Lenin Yoldaş'ın fotoğrafını ve sözlerini Oyun dergisinden söküp attı diye, kendisini kapının önüne koyar koymaz, hararetle ve ısrarla neden seni telefonla aradı ki? Toprak Karaoğlu'yla, Oyun Dergisi genel yayın yönetmeni olmadan önce kendisiyle tanışıyor muydun? Yoksa, bu derginin genel yayın yönetmeni olur olmaz mı kendisiyle iletişime girmiştin? Merak duygusu, insana bu tür soruları sordurabiliyor!

Demirkanlı diyor ki:

"Seni, Erbil Göktaş olarak değil ama bir Yayın Yönetmeni olarak kınıyor, bu davranışından dolayı protesto ediyorum."

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Sanki, "Yayın Yönetmeni" olmak çok kutsal bir şeymiş gibi bir söylem geliştiren adama bakın hele! Bana bak Mustafam Demirkanlım, senin "Yayın Yönetmeni" kavramı üzerine bir tek söz söyleme hakkın bile olamaz. Sen ki, iftiracı, küfürbaz, LİNÇÇİ, yalan makinesi ve daha bir sürü olumsuz sıfatı bünyesinde toplayabilmiş birisin, nasıl oluyor da, tereciye tere satıyor, "Yayın Yönetmeni"ne "Yayın Yönetmeni" olma dersleri verebilme cesareti gösteriyorsun?

Sen kim, "Yayın Yönetmeni" kim? Sen kim oluyorsun da, Erbil Göktaş gibi, Türkiye'nin tek LİNÇÇİ olmayan tiyatro dergisinin yöneticisine lâf söyleyebiliyorsun? Sen kim oluyorsun da, Erbil Göktaş gibi önemli bir insanı kınayabiliyor, hattâ hiç utanmadan protesto edebiliyorsun? Yavaş gel biraz! Hooop, ağır ol Mustafam Demirkanlım!!!

Demirkanlı diyor ki:

"Dönelim Ana Konumuza: İkiliye…"

Demirkanlı'yı değerlendirelim:


"Ayının kırk türküsü var, kırkı da ahlat üstüne!" Bizim Mustafa'nın da kırk türküsü var, kırkı da "ikili" üstüne!


Demirkanlı diyor ki:


"Bu ikilinin Büktel olanını yaklaşık 20 yıldır tanırım, benimle kavga etmesinin temel nedeni yıllar önce –internetin olmadığı dönemlerde- gönderdiği bir yazısını Dergi’de yayımlamamamdan kaynaklanıyor. Yazıyı yayınlamama nedenim; birçok tiyatro insanına "salak", "cahil" vb onlarca sıfatı taşımasından kaynaklanıyordu ama onun için tıpkı sizin (Sayın Melih Anık) tavrınız gibi benim de kendisinden yana olmadığım sonucunu sağladı ve her fırsatta hakaret ve küfürlerini artırarak sürdürdü. O yazısını –hakaretler de dahil- yayımlamalıydım, yoksa "sansürcü" olacaktım ve oldum. İkilinin diğerini tanımazdım, tanımam, ışıklar içinde yatsın Mehmet Akan için kan aradığımız günlerde, ölüm döşeğindeki bir insana sadece dizide oynadığı için hakaretler yağdırmasıyla ve bir arkadaşın ikazıyla öğrenmem ve benim sert bir yazı yazmamla başladı. Tuzağa düşmüştüm ve çorap söküğü gibi hakaretler, küfürler art arda her ikisi tarafından sıralanmaya başladı."

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Büktel'in, "birçok tiyatro insanına 'salak', 'cahil' vb" dediğini dile getirip, bu "salak" ve "cahil" sözcüklerinden rahatsız olduğunu dile getiriyorsun, peki, sen, LİNÇÇİ Yücel Erten'in dile getirdiği; "DALYARAK... ORTADAKİ SANDIK SİKE SİKE USANDIK... ÇÜKTEL... DALKÜREK... DÖRTVEREN..." sözlerine neden arka çıkıyorsun? Bu sözleri, "Bu herkesin telefonda da yaptığı kötü bir alışkanlık ama bir alışkanlık." deyip nasıl hafifsiyebiliyorsun, nasıl küçümseyebiliyorsun ki, canım kardeşim Mustafam Demirkanlım!

Demirkanlı diyor ki:

"Sayın Anık: 'Hakaret vb iddialarla ihtarname göndermenin, dava açmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Tiyatro dünyasını onların davaları kurtarmayacak! Bu nedenle de onlarla ayni fikirde değilim, ‘yapılanları onaylamıyorum'.' demiş, Sayın Anık’a ve okurlara Bulunmaz’a yönelik savcılığa verdiğim şikayet dilekçemden kısa bir bölümü aktarıyorum, savcılığa aktardıklarım da bütünün, sanırım, sadece % 3-5’i kadardır, diğerleri de peyder pey aktarılmaya devam edecek:"

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Eee, sonra? Başka bir spekülasyon, başka bir dezenformasyon uygulama alanına daha ihtiyaç duymuyor musun? Üfür üfürebildiğin kadar, konuş konuşabildiğin kadar. Şu anda içinde bulunduğun ruh durumu, sanıyorum ki, sende "tek kale maç yapma duygusu" oluşturmuş. Ancak, sen hiç merak etme: Bana kim "noter onaylı ihtarname" göndermişse, ona "noter onaylı ihtarname" yollayacağım; beni kim "savcılığa şikâyet" etmişse, onu "savcılığa şikâyet" edeceğim; bana kim "mahkemeye" vermişse, onu "mahkemeye" vereceğim.

Demirkanlı diyor ki:

"Yoksa, senin gibi acemi, beceriksiz, cahil, çaresiz, divane, enayi, fırıldak, geveze, hacıyatmaz, ımga, iblis, jandarma, küstah, lânet, miskin, nekes, orostopol, özensiz, pısırık, rezil, sefil, şerefsiz, terbiyesiz, uyuz, ümitsiz, vandal, yavşak, zavallı bir insandan hiçbir umudum olmadığı için, seni terbiye etmeye kafa yormuyorum. Seninle tiyatral herhangi bir iş yapılamaz. Seninle ancak "dalga" geçilir.” Hilmi Bulunmaz.

"göte göt" dendiği gibi; karşı tarafın görüşlerini okurlardan saklayarak tek yanlı yayın yapıp, sansür ettikleri insanları "suç belgesinin kaynağına link vermeksizin" suçlayan sansürcü, iftiracı ve linççi alçaklara da "orospu çocuğu" denir. (Bu kavramın orospularla ve çocuklarıyla ilgisi, ‘imambayıldının’ imamla ilgisi kadardır.” Coskun Büktel.

Sayın Anık da, sitesinde Büktel’in yorumundaki bazı hakaret sözcüklerini yayımlamadığı için Büktel tarafından “sansürcü” olarak ilan ediliverdi ve cezası da hemen kesildi. Hakaret sıfatlarını yayımlamayan Sayın Anık da, Büktel’e göre “sansürcü” olarak tanımlandığı için yukarıdaki hakaretlerle baş başa kaldı demektir. Büktel için hakaret etmesi için bir tek sebep vardır: Büktel gibi düşünmemeniz.

"Her zaman dediğim gibi: Mustafa Demirkanlı'yı midesi kaldırabilen, Demirkanlı'dan iğrenmeyebilen herkesten, tüm samimiyetimle iğreniyorum." Coşkun Büktel

Toptancı yaklaşıma ve hakaretlere bir örnek daha, Büktel’in şartı var! “Demirkanlı’dan iğreneceksiniz” yoksa o sizden iğrenir. Büktel yukarıdaki hakaretini onlarca kez kullanmakta bir sakınca görmüyor ama o hakaret etmezmiş!

"Mustafa Demirkanlı, Coşkun Büktel'e karşı pek çok takma isim kullandı. Kullandığı son isimlerden biri Deniz Duygulu'ydu. Deniz Duygulu'ya tüm yazdıklarını sileceğini ve hatta facebook hesabını bile kapatacağını söylemiştim. Bu sözüm üzerine sayfalar boyunca benimle alay etmişti. Sonunda savcıya yakalanmamak için, aynen dediğim gibi yaptı: Tüm yorumlarını sildi ve facebook hesabını kapattı. Ama ben her şeyi kaydetmiştim. İşte Demirkanlı'nın Deniz Duygulu olduğunun belgesi: TIKLAYINIZ! (http://www.coskunbuktel.com/buktelozgurbaskantuydu.htm)"

"Facebook’unda bir kez yazdım, “ben hiçbir zaman takma isim kullanmadığım gibi bir başkasını da ne yönlendirdim ne de teşvik ettim, tartıştığınız insanları ne gerçek olarak ne de takma isimleriyle tanımıyorum, varlıklarından haberim bile yok, kanıt için benim vermem gereken hangi bilgi, belge gerekiyorsa vereyim –örneğin ıp numaram ya da başkaca ne gerekliyse- bu yaptığın ayıptır, üstelik; 'İnsanları suç belgesi göstermeden ya da suç belgesinin orijinal kaynağını belirtmeden (orijinal kaynağa link vermeden) suçlayacak kadar alçak değilim.' demene rağmen...”yazmama karşın, ispatlama yerine, hakaretlerinin dozunu artırdı. Onun insanlara “iftira” atması, “hakaret” ve “küfür” etmesi için herhangi bir suçunuz, kusurunuz olması gerekmez, Büktel öyle diyorsa öyledir, bu durumda her türlü hakaretle yüz yüze kalmaktan kaçamazsınız, kendinizi koruma olanağınız da yoktur.

Lütfen, yukarıdaki linke girerek, Büktel’in belge adı altında insanları şahsıma karşı nasıl dezenforme ettiğine tanıklık edin.

Yukarıda alıntıladığım hakaretleri hem sitesinde hem de facebook’unda onlarca kez tekrarlanmaktadır. Yaşadıklarımın, maruz kaldığım saldırıların sanırım sadece %1’idir bunlar.

Neden Dava Açtım, Açmaya Devam Edeceğim?

Dava açma konusuna gelince, 54 yaşındayım, gerek mesleğim icabı gerekse siyasi olarak şahsıma onlarca dava açıldı, hiç dava açmamıştım… 54 yıl sonra bu ilkemi bozarak dava açtım, açmaya devam edeceğim, sanırım yaşamım boyunca açmadığım davaların birkaç katını bu ikili ve bağlantılı arkadaşları için açacağım. Sayın Anık, “Tiyatro dünyasını onların davaları kurtarmayacak!” demiş, çok da doğru demiş, ancak bu davalar tiyatro dünyasını kurtarmak için açılmıyor ki? Hiçbir biçimde durmayan, durmak bir yana hakaretlerini artıran bu ikiliye karşı onurumu/zu koruyacak, saldırılarını engelleyecek başka bir yol kalmadı ki?

İfade Olanaklarının İmha Edilmesi…

"LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı, sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz ve gerçekçi yazar Coşkun Büktel'in sanatsal ifade olanaklarının imha edilmesi için bir LİNÇ KAMPANYASI başlatıyor."

Bu ibareyi sürekli kullanarak, Sayın Anık gibi yakından izlemeyenleri yanıltmayı hedefliyorlar. Öncelikle, “Temiz Tiyatro” imza kampanyasını ben düzenlemedim, düzenleyici yayıncılardan bir tanesiydim (Kaldı ki ben de düzenlemiş olmaktan hiç gocunmazdım ama benim aklıma gelmemişti.)
Bu kampanya ile ne talep ediliyordu? Sadece küfürsüz yayıncılık yapmaları. (www.temiztiyatro.net) İfade olanaklarını engellemek bu kampanyanın neresinde? Küfür ve hakaretlerini engelleyemeyenler, “sanatsal ifade olanaklarını” nasıl engelleyebilir sizce?

Şunu ileri sürebilirler ya da onlarca kez yazarak okurları dezenforme etmeyi deneyebilirler:

"Biz sonrasında küfretmeye başladık."

“İLERİYİ GÖRÜP DOĞRU BİR ROTA SAPTAYABİLMEK İÇİN BAZEN DÖNÜP GERİYE DE BAKMAK GEREKİR (14 Kasım 2010)

ARŞİV 14 Nisan 2007

(Bugün DT ve İBBŞT yöneticileri Lemi Bilgin ve Ayşenil Şamlıoğlu'nun reklamla besleyerek üstümüze saldığı)

MUSTAFA DEMİRKANLI HAKKINDA (HENÜZ TAKMA İSİMLİ SAPIKLAR KULLANMASINDAN VE BULUNMAZ İLE BÜKTEL'E KARŞI LİNÇ KAMPANYASI BAŞLATMASINDAN ÖNCEKİ "MASUM" DÖNEMİNDE) YAPTIĞIM BAZI SAPTAMALAR

"… Onursuzları rezil etmeye çalışıyorum; yalanlarını belgeliyor, belgelerin kaynaklarını ve linklerini veriyor, iğrenç hakikatleri teşhir ederekonursuzluklarını iki kere iki dört gibi kanıtlıyorum, ama rezil olmak onursuzlara vız geliyor." (C.B.)

"… Bütün bu şerefsizlikleri, Coşkun Büktel'in özel sorunu sayan tümentelektüeller de şerefsizdir.” COŞKUN BÜKTEL / 14 Nisan 2007"

Arşivini tarama zamanım olmadığı için, güncellediği yazısından, kendi saptamalarıyla aktarmakla yetindim, gördüğünüz gibi hiç küfretmiyor!

Neden "Temiz Tiyatro" imza kampanyası düzenleme gereği duyulduğu sanırım anlaşılmıştır.

Bu iki insanla diyalog yolları kalmadığından, aslında zaten başından beri olmadığından, hakaretleri, küfürleri engellenemediğinden dolayı geriye bir tek yol kaldı, hiç tercih edilmemesine rağmen kullanılacak tek yol, yasal olarak bu küfürlerin, hakaretlerin durdurulması.

Davalar Açılınca Ne Oldu?

"Ben, bu ülkenin yasama / yürütme / yargı kurumlarının zor durumda olduğu kanısındayım. Ben,özellikle yargı kurumunun; toplumsal, kültürel ve siyasal olarak yorulduğu düşüncesindeyim. Bu nedenle, yargı sürecinin tıkanmaması, demokratik yargı kavramının yerleşmesi, yargı kurumunun rahat edebilmesi için, ben, bu kuruma kolay kolay başvurmam. Zâten ağır aksak yürüyen yargı kurumundaki işlerin, benim başvurularım sonucu, daha da ağırlaşmasına gönlüm el vermez. Ben, gereksiz yere yargı kurumunu meşgul etmeyi aklımın ucundan bile asla geçirmiyorum. Ben, yargı kurumunu kişisel emellerim için meşgul edecek kadar çaresiz ve zavallı biri değilim!” Hilmi Bulunmaz

Devletin tüm kurumlarına karşı olduğu haykıran, asıl mesleği kuyumculuk, elmas kalemleri ticareti olan Sosyalist(!) Hilmi Bulunmaz birden bire devletçi oluverdi, devletin kurumlarının rahat çalışarak “demokratik yargı kavramının yerleşmesi” için meşgul edilmemelerini yazmaya başladı. Herkes gözlerini kapatarak bu ikilinin söylemlerini, küfürlerini, Sosyalistliklerini (!), gerçekçiliklerini (!) düşünsün ve karar versin, yaşadığımız bu ülkenin yargısına –bu güne kadar şikayetçi olarak bir kere bile başvurmamamıza rağmen- başvurmaktan başka bir çaremiz var mı? Bu ikilinin saldırıları karşısında yardım isteyeceğimiz bir başka otorite tanıyan, bilen var mı? Sayın Anık’ın bile “polemik” olarak tanımladığı bu saldırılar karşısında sığınacak bir başka şansımız var mı? Sayın Anık; sizin bildiğiniz başka bir çaremiz var mı?

O Zaman Son Soruyu Sorup, Kapatalım

Demirkanlı diyor ki:

"Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel, küfretmeden yayıncılık yapmanız için ne yapmamız gerek? Sizin hakaretlerinizden nasıl koruyacağız kendimizi? Sizin bildiğiniz bir başka yol, yöntem var mı? Varsa bildirir misiniz? Sadece küfretmemenizi istiyoruz."

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Bana bak Mustafam Demirkanlım, ben, biz, kim neyi hak ederse, hak ettiği kadarını veririz; ne bir fazla, ne bir eksik. Örnekse Burak Caney adlı kimliksiz Internet canavarı, beni, ailemi ve yakın çevremi diline dolayıp orospu çocukluğu yaptığı zaman, haliyle bu şerefsize orospu çocuğu demek zorundaydım. O orospu çocuğu Burak Caney, yeniden dirilip karşıma çıksın, ben, orospu çocuğu lâfını yerleştirdiğim derin dondurucudan çıkararak, sürekli olarak yeniden gündeme getiririm!

Peki, ben, senin, şah damarımızdaki kan pıhtılarını bile, bir Kırım Kongo Kenesi gibi emmene izin vermemizi mi bekliyorsun? Senin arkanda "Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları" ile "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları" olmasa, sen, tek başına hiçbir varlık gösteremezsin. Seni hayata bağlayan, ne bir uzmanlık alanın, ne de entelektüel birikimin var. Sen, "Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları" ile "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları"nın verdiği reklâmlar (avantalar, diş kiraları, sadakalar, sus payları) olmasa, değil bir adım atabilmek, bir tek soluk bile alamazsın!

Haber Giriş Tarihi: 23 Kasim 2010

(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)